Düzen
Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarların
birinde yemyeşil ormanların içinde, suyu bol, tarihi zengin kocaman bir bahçe
varmış. Bahçenin ortasında da kocaman taştan bir saray varmış. Saray dillere
destan yapısı ve ihtişamıyla dünyaya ün salmış. Sarayda ne zaman yeni bir prens
doğsa duvarlardan taşları koparır yeni ekleme odalar yaparlarmış. Tabi sarayın misafiri de hiç eksik olmazmış. Her
gelen bir yerinden bir taş koparır cebine atar, bu küçük hırsızlıkların da cefasını içinde
yaşayan insanlar çekermiş. Zaman içinde o kadar çok taş çalınmış ki saray artık ayakta duramaz hale gelmiş. İçinde
yaşayan insanlar da sarayın orasını burasını tamir etmekten çok yorulmuşlar.
Bu sırada, sarayda yaşayan güvenlik
görevlilerinin haşarı, ele avuca sığmaz bir oğulları varmış. Herkes, onun
ataları gibi asker olacağını zannetse de o hep mimar olmak istermiş. Bunu
başkalarına söylediği vakit, sarayımız o kadar güzeldir ki bizim hiç bir zaman
mimara ihtiyacımız olmayacak der hemen yanlarından kovarlarmış. Bu çocuk
içindeki gizli mimarlık sevdasına engel olamaz sarayın kütüphanesine gider
gizli gizli mimarlık kitapları okur, çizimler yaparmış.
Bir gün bakmış ki çevre ormanlardan oluk
oluk davetsiz misafir geliyor. Ceplerine sarayın duvarlarından kopardıkları
taşları doldurup doldurup gidiyorlar. Çocuk hemen sarayın güvenlik
görevlilerine haber vermek istemiş ama ne görsün, kimi bu davetsiz misafirler
gibi ceplerini dolduruyor, kimi misafirlere yardım ediyor, kimi uyuya kalmış,
bir kısım güvenliğin de elini kolunu bağlamışlar.
Anlamış ki bu güvenlikle sarayı
kurtaramayacak, hemen sarayda yaşayan ahaliyi toplamış çevresine ve iş
başa düştü arkadaşlar demiş. Önce eli kolu bağlı güvenliği kurtaracağız sonra da hep
birlikte bu misafirlere çıkış kapısını göstereceğiz. Saray ahalisi yıllardır
birlikte yaşamanın verdiği birlik hissi ile canlarını dişlerine takmışlar. Kah
dövüşmüşler, kah konuşmuşlar, pazarlık etmişler misafirleri en azından bahçeye
çıkmak için ikna etmişler. Ama misafirler bahçeden daha ileri gitmek istememiş.
Saray yıkıldı yıkılacakmış. Misafirler saray yıkılsın da kalan taşları
yağmalayıp götürelim diye ellerini ovuştura ovuştura bekliyorlarmış.
Misafirler bahçede beklerken, çocuk saray
halkını iknaya koyulmuş. Gelin bu sarayı yıkalım yerine daha sağlam bir bina
yapalım demiş. Ama saray halkı eski saraylarından vazgeçmek istememiş. Ahali
saraylarına hiç dışarıdan bakmadığı için sarayın yıkıldı yıkılacak olduğunun
farkına değilmiş. Üstelik ne kadar eskimiş olsa da saraylarının dünyaya saldığı
bu ün gururlarını o kadar çok okşuyormuş ki bu ünü bir anıya çevirmek
istemiyorlarmış.
En sonunda Çocuk sarayın hepsini
kaybetmektense kurtarabildiğine razı olmuş. İkna olmayan halkı da sarayın
taşları altında bırakıp son darbeyi vurmuş ve sarayı yıkmış. Yıllardır yaptığı
çizimleri çıkarıp yeni mimariye uygun bir bina yapmaya koyulmuş. Halk el
birliği ile eski sarayın kanlı taşlarından güzel duvarlar örmeye başlamış, başlamış
başlamasına da bu sırada Çocuk olmuş Adam. Adamın kötü alışkanlıkları oluşmuş. Daha ilk duvarlar örülürken bu alışkanlıklar yüzünden hasta olmuş. Halka mimarlar yetiştirmelerini
vasiyet etmiş ve ölmüş. Adam bu kötü alışkanlıkların kendinden başkasına zararı dokunmaz zannedermiş ama aslında saraylılara en büyük kötülüğü etmiş çünkü öldüğünde halkın içinde bu yapıyı devam ettirebilecek hiç mimar yokmuş. Adamın
bıraktığı çizimleri de bu yüzden anlamamışlar.
Yapıyı ne zaman, nasıl bitireceklerini bilemedikleri için yapıya
değil yaşadıkları sisteme bir isim vermişler. Bu yeni sistemin adı Düzenmiş.
Bir de bir yönetici gerekli olduğundan mutlaka aralarında bir düzen başı seçerlermiş.
Düzen başı, Büyük mimarın eserini kaldıkları yerden devam edecekleri vaatleri
ile seçilir ama sadece duvar ördürürmüş. Artık yaptıkları tek şey duvar
örmekmiş, nasıl olduğuna bakmadan sadece duvar örmek. Birbirlerinin alanına
girdikleri zaman, duvarları kesiştiği zaman kavga eder kim güçlüyse o devam
edermiş.
Eski yapıdan kalan taşlar hep farklı
farklı kültürlerdenmiş. Öyle ilginç bir mozaik çıkmışki ortaya, batıdan baksan
romanın sütunlarını görürmüşsün, kuzeyden baksan kerpiç duvarları...Güneyden
baksan kanlı tuğlaları görürmüşsün, doğudan baksan dört nala bozkırlarını. Ama
bir ortak özelliği varmış ki nereden bakarsan bak hep hayal kırıklığı ve göz
yaşı varmış. Herkesin yüzü kendi duvarına dönük olduğundan kimse diğerinin ne
sıkıntısı olduğunu görmezmiş.
Derken bir gün bir çocuk peyda olmuş.
Öylece yere bakıyormuş. Demiş ki ayaklarımın altındaki toprak bir gün sana
varacağım. Sonra başını kaldırmış gök yüzü, bak yaşıyorum, ciğerlerimde nefes,
soluyorum. Aslında yaşam bu duvarların arasında değil, yukarısı ile aşağısı
arasında demiş. Çevresine bakmış herkes kavga gürültü kendi duvarı ile
uğraşıyor.
Sonra gök yüzünden mavi bir kuş süzülmüş
gelmiş. Çocukla göz göze gelmişler. Kuş çok şaşırmış "ben hep buralarda
uçarım, hiç kimseyle göz göze gelmemiştim daha önce" demiş. "Hadi atla
sırtıma birlikte uçalım." Uçmuşlar, uçmuşlar, uçmuşlar... Çocuk gök
yüzünden bakınca dünyanın artık çok değiştiğini görmüş.
Onu gören diğer çocuklar başka mavi
kuşların sırtına atlayıp uçmaya başlamışlar. Anne babaları farkına varmadan
Düzen'in yeni çocukları özgürlüğü keşfetmişler. Bu durum Düzen Başı'nı çok
rahatsız etmiş. Düzenliler çocukları ile Düzen Başının arasında kalmış. Düzen
başı "bu kuşlar devamlı üstümüze başımıza kaka yapıyorlar, hemen çatımızı
kapatmalıyız. Bu Düzen böyle devam ederse hastalıktan kırılacağız" demiş,
Düzenliler'in içini korku sarmış. Ama çocuklar gökyüzünde oldukları için Düzen
Başını sesi çocuklara yetişmiyormuş. Bu yüzden Düzen'in yeni çocukları korku
nedir bilmiyorlarmış.
Bakalım hikayemiz nasıl bitecek :)
Sevgiler
Cengizhan Kaptan
27.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder