27 Mart 2014 Perşembe

E Be Peri Kızı

E be peri kızı...

Bu şehirin günlük akışı kalp atışı gibi geldi bana hep. Sabah pompalar bizi işlerimize, sonra toplar. Pump... sabah kalk, hızlı ol. Üst baş. Şık görünmelisin bugün... Toplantı var. İlk imaj önemli. Kahvaltı, çabuk yahu çabuk.

Arabayla mı gitsem bugün. O maile cevap verdim miydi? Dur yolda bakayım...
Git, git, git...
Koş, koş, koş...
Gel, gel, gel...
Yaz, çiz, hesapla...
Yetişmedi ya işler, yolda baksam. Birazda yarına kalsa.
Koş koş koş.
Ye ye ye
İzle izle izle
E bu çocuk da büyümüş baya. Ne zaman büyüdü la. Yarına teklif vardı.
Yat yat yat
.................

1 milyon meslek. Hangisi daha kutsal. Trendler var biliyorum. Benim zamanımda bilgisayar mühendisliği zirve yapmıştı da rüzgarına kapılmıştım ya... Yok ama, benim için en kutsal meslek şu anda sokak çalgıcılığı.

Bu acımasız, mazoşist kalp atışlarının içinde bir an olsun hapşırma etkisi yaratıyor.

İkidir metrobüse binen boşnak göçmeni görünüşlü bir anne kız var. Beni benden alıyorlar. Günümün en mutlu anlarını yaratıyorlar. Anne biner binmez akordeonunu çıkarıyor. 5-6 yaşlarındaki dünyalar güzeli pırasa saçlı kız elinde plastik pepe bardağı ile para topluyor. 2 durak arası sürede, sabah sabah meymenet eksikli yüzlerimize tebessüm yerleştirip gidiyorlar.

İkidir ayrılırken arkalarından “E be peri kızı, uyandırma bizi şu rüyadan” diyorum.

Bir gün söz.
Alacağım kahvemi, bağdaş kurup oturacağım bir metro çalgıcısının yanına. Tüm konserini dinleyeceğim.

Sonra bir pump...

Arkamdan basınçlı kalabalık hızı beni alıp götürmesin diye sıkı sıkı tutunacağım metronun iç çeperine. Sonra biri de bana tutunsa. Sonra başkaları da onlara...Tıkasak şöyle bir ana arteri. Sonra belediye gelip bize by-pass yapar mı acaba ?


E be peri kızı. İnme şu otobüsten. Salma beni böyle düşüncelere.

Sevgiler
Cengizhan Kaptan
20.03.2014

Kısmet

Kısmet

2000 yılı Eylül ayı... Üniversiteye girdim ama şaşkınlığımı üstümden de atamamışım. Bir sene daha hazırlanayım falan derken kendimi son an kararıyla Bahçeşehir Üniversitesi'nde buldum. 2 haftada İstanbul'a yerleştim. Evde televizyonum falan da yok. Kitap, gazete vakit öldürüyorum. Kayıt olurken elimize bir kağıt tutuşturdular "Oryantasyon haftası programı". Oryante olmak ne demek onu da bilmiyorum. Merakla bekledim o Pazartesi'yi. Ne yapacaklar bize okulda, oryantasyon ne demek. Bir anda oryantaller çıkıp göbek atmaya mı başlayacak ( o ara bu espriyi yapıyorduk ) falan bir sürü şey.

9 Ekim 2000 Pazartesi sabahı 10:00 da program başlayacaktı, tam zamanında gittim. Bahçeşehir'deki ilk binamızda (şu anda Bahçeşehir Fen-Tek lisesi olarak hizmet veriyor), giriş kapısından girip soldaki merdivenleri inince şimdi sanıyorum laboratuvar olan yerde boş bir mekan vardı. Burada kulüpler masalarını kurmuşlar, biraz kurabiye, kola, çay... hadi tanışın, kaynaşın alanı oluşturmuşlardı. Kendimi ortama çok yabancı hissettiğimden bir kenara çekildim, benim gibi yalnızlık hissettiğini fark ettiğim biri ile muhabbet etmeye başladık.

Saat 11:15 suları... Kapıdan içeri biri girdi. Alan giriş kapısından aşağıda, güneş de arkadan vuruyor. Çok hoş bir silüet gördüm. Yaklaştıkça daha da netleşmeye başladı. O zaman kısa kızıl saçlı kızlar favorim. Bu arkadaşın da tesadüfe bakın ki saçları kısa ve kızıl. Gül kurusu polar vardı sırtında. Saçlarını yandan jöle ile ayırmış, biraz dağıtmış. Bakışlar karşıda, incecik yay kaşları çatılı. Allah bilir aklında ne vardı. Ben dahil kimse umrunda değil. Çevreye bakmamasından aldığım cesaretle doya doya baktım. Kalabalığın içine incecik bedeni ve kararlı adımlarıyla girdi, yarım adım önümden geçti gitti. Rüzgarından kokusunu çektim. Zihnimden gitmese keşke.

Nereye gittiğini biliyordu. Anlaşılan bizim gibi yabancı değil, üst sınıflardan olmalı. Tüm samimiyetimle söylüyorum, bana çok uzak biri olduğunu hissettiğim o anda aklımdan şu sözler geçmişti " bu kız, benim kız arkadaşım olsa başka hiçbir şey istemem herhalde "... Ne bir kelime eksik, ne fazla.

13 Yıl sonra
Tarih 9 Ekim 2013...  

Bu akşam 18.00 civarlarında evde olacağım. 3,5 yaşındaki oğlum Alp ile oyun oynayacağız, yorgunsam belki bir çizgi film izleyeceğiz. O sırada kapımız açılacak ve içeri 2000 yılında üniversitenin kapısında gördüğüm kız girecek. Oğlum anne diye koşarak boynuna atlayacak. Ben de Alp'in peşinden ağır ağır yürüyüp hoş geldin diyeceğim. Sağ yanağına da bir öpücük.

Tanrı bazen bir kapı açıp o an dilediğin her şeyi kabul ediyor. O an başka bir şeyi diler miydim? Kendime çok sordum bu soruyu. Bu soruyu burada cevaplamak samimi gelmiyor bana ama şunu ifade edebilirim ben o anı her düşündüğümde kısmetimi çağırdığımı hissederim. Hayatımda yaptığım en güzel şeydi. Tanrı ile en somut ilişkim budur. Şu anda bu yazıyı yazarken, zihnimi zorlayıp o ana gidiyorum ve aynı heğecanı hissediyorum.
Ben ona her baktığımda o günkü kızı görüyorum.

Güzel sevgilim, kıymetli eşim, dostum Selvi'ye...

Sevgiler

Cengizhan Kaptan
09.10.2013

Düzen

Düzen

Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarların birinde yemyeşil ormanların içinde, suyu bol, tarihi zengin kocaman bir bahçe varmış. Bahçenin ortasında da kocaman taştan bir saray varmış. Saray dillere destan yapısı ve ihtişamıyla dünyaya ün salmış. Sarayda ne zaman yeni bir prens doğsa duvarlardan taşları koparır yeni ekleme odalar yaparlarmış.  Tabi sarayın misafiri de hiç eksik olmazmış. Her gelen bir yerinden bir taş koparır cebine atar, bu küçük hırsızlıkların da cefasını içinde yaşayan insanlar çekermiş. Zaman içinde o kadar çok taş çalınmış ki saray artık ayakta duramaz hale gelmiş. İçinde yaşayan insanlar da sarayın orasını burasını tamir etmekten çok yorulmuşlar.

Bu sırada, sarayda yaşayan güvenlik görevlilerinin haşarı, ele avuca sığmaz bir oğulları varmış. Herkes, onun ataları gibi asker olacağını zannetse de o hep mimar olmak istermiş. Bunu başkalarına söylediği vakit, sarayımız o kadar güzeldir ki bizim hiç bir zaman mimara ihtiyacımız olmayacak der hemen yanlarından kovarlarmış. Bu çocuk içindeki gizli mimarlık sevdasına engel olamaz sarayın kütüphanesine gider gizli gizli mimarlık kitapları okur, çizimler yaparmış.

Bir gün bakmış ki çevre ormanlardan oluk oluk davetsiz misafir geliyor. Ceplerine sarayın duvarlarından kopardıkları taşları doldurup doldurup gidiyorlar. Çocuk hemen sarayın güvenlik görevlilerine haber vermek istemiş ama ne görsün, kimi bu davetsiz misafirler gibi ceplerini dolduruyor, kimi misafirlere yardım ediyor, kimi uyuya kalmış, bir kısım güvenliğin de elini kolunu bağlamışlar.

Anlamış ki bu güvenlikle sarayı kurtaramayacak, hemen sarayda yaşayan ahaliyi toplamış çevresine ve iş başa düştü arkadaşlar demiş. Önce eli kolu bağlı güvenliği kurtaracağız sonra da hep birlikte bu misafirlere çıkış kapısını göstereceğiz. Saray ahalisi yıllardır birlikte yaşamanın verdiği birlik hissi ile canlarını dişlerine takmışlar. Kah dövüşmüşler, kah konuşmuşlar, pazarlık etmişler misafirleri en azından bahçeye çıkmak için ikna etmişler. Ama misafirler bahçeden daha ileri gitmek istememiş. Saray yıkıldı yıkılacakmış. Misafirler saray yıkılsın da kalan taşları yağmalayıp götürelim diye ellerini ovuştura ovuştura bekliyorlarmış.

Misafirler bahçede beklerken, çocuk saray halkını iknaya koyulmuş. Gelin bu sarayı yıkalım yerine daha sağlam bir bina yapalım demiş. Ama saray halkı eski saraylarından vazgeçmek istememiş. Ahali saraylarına hiç dışarıdan bakmadığı için sarayın yıkıldı yıkılacak olduğunun farkına değilmiş. Üstelik ne kadar eskimiş olsa da saraylarının dünyaya saldığı bu ün gururlarını o kadar çok okşuyormuş ki bu ünü bir anıya çevirmek istemiyorlarmış.

En sonunda Çocuk sarayın hepsini kaybetmektense kurtarabildiğine razı olmuş. İkna olmayan halkı da sarayın taşları altında bırakıp son darbeyi vurmuş ve sarayı yıkmış. Yıllardır yaptığı çizimleri çıkarıp yeni mimariye uygun bir bina yapmaya koyulmuş. Halk el birliği ile eski sarayın kanlı taşlarından güzel duvarlar örmeye başlamış, başlamış başlamasına da bu sırada Çocuk olmuş Adam. Adamın kötü alışkanlıkları oluşmuş. Daha ilk duvarlar örülürken bu alışkanlıklar yüzünden hasta olmuş. Halka mimarlar yetiştirmelerini vasiyet etmiş ve ölmüş. Adam bu kötü alışkanlıkların kendinden başkasına zararı dokunmaz zannedermiş ama aslında saraylılara en büyük kötülüğü etmiş çünkü öldüğünde halkın içinde bu yapıyı devam ettirebilecek hiç mimar yokmuş. Adamın bıraktığı çizimleri de bu yüzden anlamamışlar. 

Yapıyı ne zaman, nasıl  bitireceklerini bilemedikleri için yapıya değil yaşadıkları sisteme bir isim vermişler. Bu yeni sistemin adı Düzenmiş. Bir de bir yönetici gerekli olduğundan mutlaka aralarında bir düzen başı seçerlermiş. Düzen başı, Büyük mimarın eserini kaldıkları yerden devam edecekleri vaatleri ile seçilir ama sadece duvar ördürürmüş. Artık yaptıkları tek şey duvar örmekmiş, nasıl olduğuna bakmadan sadece duvar örmek. Birbirlerinin alanına girdikleri zaman, duvarları kesiştiği zaman kavga eder kim güçlüyse o devam edermiş.

Eski yapıdan kalan taşlar hep farklı farklı kültürlerdenmiş. Öyle ilginç bir mozaik çıkmışki ortaya, batıdan baksan romanın sütunlarını görürmüşsün, kuzeyden baksan kerpiç duvarları...Güneyden baksan kanlı tuğlaları görürmüşsün, doğudan baksan dört nala bozkırlarını. Ama bir ortak özelliği varmış ki nereden bakarsan bak hep hayal kırıklığı ve göz yaşı varmış. Herkesin yüzü kendi duvarına dönük olduğundan kimse diğerinin ne sıkıntısı olduğunu görmezmiş.

Derken bir gün bir çocuk peyda olmuş. Öylece yere bakıyormuş. Demiş ki ayaklarımın altındaki toprak bir gün sana varacağım. Sonra başını kaldırmış gök yüzü, bak yaşıyorum, ciğerlerimde nefes, soluyorum. Aslında yaşam bu duvarların arasında değil, yukarısı ile aşağısı arasında demiş. Çevresine bakmış herkes kavga gürültü kendi duvarı ile uğraşıyor. 

Sonra gök yüzünden mavi bir kuş süzülmüş gelmiş. Çocukla göz göze gelmişler. Kuş çok şaşırmış "ben hep buralarda uçarım, hiç kimseyle göz göze gelmemiştim daha önce" demiş. "Hadi atla sırtıma birlikte uçalım." Uçmuşlar, uçmuşlar, uçmuşlar... Çocuk gök yüzünden bakınca dünyanın artık çok değiştiğini görmüş.

Onu gören diğer çocuklar başka mavi kuşların sırtına atlayıp uçmaya başlamışlar. Anne babaları farkına varmadan Düzen'in yeni çocukları özgürlüğü keşfetmişler. Bu durum Düzen Başı'nı çok rahatsız etmiş. Düzenliler çocukları ile Düzen Başının arasında kalmış. Düzen başı "bu kuşlar devamlı üstümüze başımıza kaka yapıyorlar, hemen çatımızı kapatmalıyız. Bu Düzen böyle devam ederse hastalıktan kırılacağız" demiş, Düzenliler'in içini korku sarmış. Ama çocuklar gökyüzünde oldukları için Düzen Başını sesi çocuklara yetişmiyormuş. Bu yüzden Düzen'in yeni çocukları korku nedir bilmiyorlarmış.

Bakalım hikayemiz nasıl bitecek :)

Sevgiler
Cengizhan Kaptan
27.03.2014