6 Ocak 2023 Cuma

Yarış

 


Yarış
Hayatım boyunca hiç servise binmedim. Ne öğrencilik hayatımda böyle bir fırsatım oldu, ne de çalışırken. Fırsat diyorum çünkü ben ilkokuldan bu yana başını cama dayayarak okula giden insanlara çok imrendim.
Sinop’da okulla evimizin arası en fazla 2 km idi. 15-20 dk yürürdük, yürürdük de o yürümeyi bana sorun. Sabahları giderken o kadar çok canım sıkılırdı ki... İmkan olsaydı da okula ışınlansaydım, içimdeki enerji o kadar büyüktü ki okula gitme hızım zihnime, bünyeme yetmiyordu. Tabii ben de güzel zihin oyunları keşfetmiştim. Klasik olanı; çizgilere basmadan yürüme. Diğer oyun kendimi seçme : ))) Bu çok şizofrenik bir oyundu. Karşıdan gelen insanlar içinde hangisi acaba gelecekteki ben olabilirim, kesin ileride bir zamanda zaman makinası icad olmuştu ve çocukluğumu kontrol etmek için geri gelmiştim 🙂 Ama en sevdiğim oyun öğrenci ganyanı idi. İçimden, Türkiye’nin en baba at yarışı spikerlerini cebinden çıkaracak bir sunum gerçekleştirirdim.
Önümde kırklarında biri yürüyor;
- Cengizhan bugün formdaaa, adımlarını hızlandırdı. Kurt rakibi Cengizhan’la baş edebilecek gibi gözükmüyor. Evet cengizhan atağa kalktı, rakibini yakalamak üzereeee cengizhan cengizhan, Hadi aslanım cengizhan atakta ve deneyimli rakibini geçiyoooor. Cengizhan deneyimli rakibini geçti ama avrupanın yıldız yarşcısı 50 metre önünde ve farkı koruyacak gibi gözüküyor. Ama cengizhan çok formda Cengizhan geliyor cengizhan.....
Böyle sürüp giderdi. Mutlaka Yarışı şampiyon tamamlardım. Zihnimde şampiyonluk nağraları, yüzümde tebessümlü bir ifade saf saf okula giren bir çocuktum.
Yine bu oyunu oynayarak okula gittiğim bir gün yarışımın son ikiyüz metresinde arkamdan tıpır tıpır gelen inatçı adımlar duydum. Ben hızlanıyordum ama onun da peşimi bırakacağı yoktu, admınları hızlanıyordu. Ben hızlandım, o hızlandı, hızlandık, hızlandık... Arkamdakinin neden bu kadar inatçı olduğuna anlam veremeden son hızıma ulaşmıştım artık. Neredeyse maraton yürüyücüleri görüntüsüne büründük, koşar adımlarımızla son metrelere geldik ki arkadan gelen çocuğun içindeki ses gari ihtiyari dışarı çıktı “ ve Ahmet kazandıııııı ”.
Yaşadığım şaşkınlığı anlatmam çok zor. Yıllardır yanlız başıma oynadığım, kendi keşfim olduğunu zannettiğim bu oyunu oynayan farklı biri daha vardı. Beni geçtiği anda birbirimize baktık, gözlerinde zafer vardı küçüğün. Bense yenilmiş olmayı değil bu çocuğun bana ne kadar benzediğini hissediyordum. Biraz yanlız olmadığımı hissetmenin mutluluğu, oyunumu artık başkasının da oynamasının kıskançlığı... Müthiş bir duygu ortaklığıydı.
Aynı duygu ve fikir ortaklığını 31 mayıs akşamı Taksim’de hissedildi işte. Yıllardır içimizden attığımız çığlıklara ortak insanlar sokaklarda birbiriyle karşılaştılar. Duygu birlikleri onları daha çok birbirlerine kentledi. Ciddi bir enerji boşalması yaşandı... Ama şimdi abilerimiz bardağa yeni damlaları bırakmaya başladılar. Valiliğin ahlak polisleri bastığı evlerde nikahsız yaşayan karşı cinslere öğrenci kimliği mi soracak. Bu duygu ve fikir birliği bizi çok farklı noktalara götürebilir.
Sevgiler
Cengizhan
6.11.2013

11 Ekim 2016 Salı

Bekle beni İstanbul

Biz İstanbul'u terk edeceğiz.

İstanbul'da yaşam benim için artık, çok değer vererek aldığın, alana kadar çok uğraştığın ama artık rafta unutulmuş bir cihaz, bir alet, atıl duran bir şey yani.Potansiyelleri ile orada duruyor ama bazı sebeplerden ki bu sebepler de çok önemli, kullanılmıyor. Taksitleri ödenmeye devam ediyor. Aletin aylık sigorta ödemeleri devam ediyor. Ama kullanılmıyor.

Ve biz bırakıyoruz. 9 ay sonra 2017 haziranında İstanbul'u bırakıyoruz. Eminiz ki Sinop'da yaşarken İstanbul'un tadını daha çok çıkaracağız.

Sinop'a taşınma kararı sadece İstanbul'dan sıkılmayı veya bu şehrin zorluklarını içermiyor.

Ama konumuz İstanbul .

Trafik aman allahım. İşe gidiş gelişim günlük en iyi ihtimalle 2,5 saat trafik anlamına geliyor. (Yakında iş yeri taşınacak, süre 4 saate çıkacak) 2,5 saatlik hesapla yılda yaklaşık 660 saat ediyor. Yani 28 gün. Yılımın 1 ayı trafikte geçiyor.

İstediğin şeye hemen ulaşabilmek! Her hangi bir şey satın almak istiyorsan, ders almak istiyorsan, bir uğraşın varsa İstanbul'da her şey var, kabul. Birincisi artık satın almak istediğin şeyi internetten alabilirsin. Zaten İstanbul'da oturup çinden alış verş yapan biri oldum. Bu anlamda İstanbul değerini kaybetti. Peki ya bir gün çello dersi almak istersem :) Aman tanrım Sinop'da çello hocasını nasıl bulurum!

Diyelim ki gerçekten böyle az bulunur bir konuda ders almak istiyoruz. Emin olun çok pahalı. İstanbul'da siz de para kazanıyorsunuz. İstanbul'da yaşamak o kadar pahalı ki, futbolcular der ya sahada olan sahada kalır diye aynı hesap İstanbul'da kazanılan İstanbul'da kalır. Hayatı devam ettirebilmek için veya korkularına sigorta olması için kazandığın parayı böyle bir pahalı uğraşa ayırmayacaksın. Yine de bir gün hiç bir yerde ulaşamayacağını zannettin bir istanbul imkanı seni buraya hapsediyor. Ayrıca gerçekten zor bulunur bir uğraşa ilgin varsa iki ihtimal vardır. Ya kısa bir süre heves edip bırakacaksın. Ya da içindeki istek ve şevkle dağın tepesinde de olsan yapacaksın. Ha bir de artık internetten her türlü bilgiye ulaşılıyor.

Sağlık...Acaba bizi İstanbul mu hasta ediyor? Bu kirlilik ve stres. Özel sağlık kuruluşlarına gitmeyi keseli 2 yıl oluyor. Fark ettim ki; zihnimize "ya tahmin ettiğinden daha fazla hastaysan" korkusunu salarak dünya tahliller, testler yapıyorlar. Acaba maksat sağlık işletmelerinin daha fazla para kazanmasını sağlamak mı? Bana göre öyle. 2 senedir devletin verdiği aile hekimine gidiyoruz. Valla yetiyor. Yetmenin ötesinde memnunuz yahu. 2 defa sanırım hastaneye gitme ihtiyacı hissettik.

Sorun şu sırf daha iyi sağlık kuruluşları var diye bir ihtimal uğruna bu stres çekilir mi? Her an iyi bir hastaneye ihtiyaç duyarım diye hasta olmayı tercih ediyoruz bu durumda. Ayrıca hastane lazımsa atlarsın bir araca Samsun dibinde falan filan. Her yere yakın büyük bir sağlık kuruluşu vardır.

Eğitim. Bu konuyu özetleyeceğim. Tek başına bir yazı konusu olmalı. Ben Sinop'da büyüdüm. Her küçük şehirde büyüyen kişi yaşamıştır, sınıf arkadaşların her kesimden ailenin çocuğudur. Şehrin avukatının, pazarcısının, çiftçisinin, memurunun, doktorunun çocuğu aynı sınıftadır. Aynı sırada oturur. Bu sınıf ayrımı olmayan ortam aslında çocukların ilerde karışacakları sosyal ortamın küçük bir simülasyonudur ve çok sağlıklıdır. Maddi zorlukları olan bir çocukla empati yapmayı, yardımlaşmayı öğrenirsiniz. Bazen çocuklar hata yapar, durumu olmayan çocuğu kırarlar, ya da tersi yaşanır. Ama bunlar bence yaşanması gereken ve baş etmesinin öğrenilmesi gerektiği duygular.

Şehirler nasıl! Önce kantonlara ayrılmış durumdayız. Kantonların içinde de maddi durumlara göre okulları ayrıştırmış durumdayız. Eğitim, kültür ve maddi bakımdan düşük çevrenin çocukları içinde bulundukları durumdan çıkacak fırsatı bulamıyorlar. Kanıksamış oluyorlar ve hayatlarını değiştirecek rol modellere ulaşamıyorlar. Eğitim ve maddi düzey belli bir seviyenin üzerindeki çocuklara da son derece gerçekçilikten uzak, aşırı hijyenik, kontrollü bir çevre yaratıyoruz. Bu da onların zorlu hayata karşı olan savunma mekanizmalarını geliştirmiyor. Bu sürdürülebilir bir sistem değil ve ben de böyle bir ortamda çocuğumu büyütme istemiyorum. Özel okul problemlerini başka bir yazıda yazacağım.

Efendim büyük şehirde her bir türlü imkan var. Üniversitede öğrenciyken iki tip öğrenci gözlemlerdim. Okul hiç bir imkan sağlamıyor diyen ve şikayetten başka bir şey üretmeyenler, bir de imkanı yaratmak için direten, çaba sarf edenler. Bence imkanı nerede olursan ol yaratırsın, yeter ki iste. Bunu okuyanların sen Sinop'a git de ondan sonra görüşürüz dediklerini hissediyorum. Benimki bir temenni ve beklenti. Belki bir şeylere de gerçekten ulaşamayacağız. Bir şeylere de ulaşamayalım canım.

E geri kalan İstanbul zaten hep ertelenen İstanbuldur. Sonra gidilecek tiyatrolardır, sanat etkinlikleri dir. Sonra gezilecek semtler, tarihi mekanlardır. Sonra uğranacak boğaz kenarı, sonra yapılacak şeylerdir hepsi. O zaman İstanbul'a tatil yapmaya gelinse de sadece bunlar yapılsa mesela... O zaman bekle beni İstanbul ben geliyorum.

Sevgiler
Cengizhan Kaptan


23 Aralık 2015 Çarşamba

Hayatımda ilk kez horoz kestim!


2010 yılında kuzu yememeye karar vermiştim. Yaşamdan nasibini almamış hayvanların tüketilmemesi kararıyla. O zamandan beri kuzu yemiyorum.

2 seneyi geçti tavuk da yemeyeli. Yani bir lokantada fark etmeden yediysem ayrı bir konu da bilinçli olarak 2 seneyi aşkındır yemiyorum. Bir market tavuğu yumurtadan çıktıktan 45 gün sonra kesilir. Bu sürede bir tavuğun yenecek kadar büyümesi mümkün değil her şeyden önce. Güneş görmez, çiftleşmez, toprağa basmaz, eşelenmez ve yaşamın daha bir çok doğal hak olarak sunduklarından faydalanmadan soframıza gelir.

E tavuk yemeyi de seviyoruz. Hayatımızın sonuna kadar yemeyelim mi? Biz de Yaklaşık 1 dönümlük alanda 50'ye yakın tavuk yetiştirdik. Yakında bu alanı 2,5 dönüme çıkarıp tavuk sayısını da 200'e çıkaracağız. Bol bol gezecek alanları var.

Neyse efenim yazı başlığıma dönecek olursam. Evet doğru bir horoz kestim.

Horozların sayısı oldukça fazlaydı. Bir kümeste çok fazla horoz problem oluyor. Zira arkadaşlarda tek eşlilik henüz gelişmemiş. Horoz popülasyonunu azaltmak için bir kısmını satılığa çıkardık. Bu arada horozlar 9 aylıktı. Yani standart bir market tavuğundan 6 kat daha fazla ve doğal şartlarda yaşadılar. Ek bir bilgi, bu hafta sonu kasapla muhabbet ettim. Reyondaki gezen tavuk olarak sattığı hayvan 90 günde yetişiyormuş. Mümkün mü? Bizim kestiğimiz 9 aylıktı yenebilir hale henüz gelmişti.

Tavuğu yiyecekesem canını almanın ne/nasıl olduğunu hissetmeliyim, temizlemesini bilmeliyim diye düşünüyorum. Kesme işlemi zor olmadı açıkçası. Kuzenim diğer satılan horozları kesti önce. Onu izledim. Gördüğüm aşamaları en az kuzenim kadar hassas bir şekilde uygulayarak horozu kestim. Duraksamadım. Çünkü durduğum anda yapamayacağımı biliyordum. Kararlı ve kendinden emin hareketlerle bir doğa adamı gibi horozun canını aldım. Sonra annemin yardımıyla hepsini temizledim.

Bir market tavuğu yiyecek kadar cani değilim.

Birileri kessin, önümüze koysun davranışı kafamızı deve kuşu gibi kuma gömmek tam anlamıyla. Bu kesim işleminin de insanın vicdanında nasıl bir his yarattığını bilmek gerekiyor. Bir makinenin dakikada yüzlerce tavuğu kesip yemeğe hazır hale getirmesi de ahlaklı ve vicdanlı değil. Bir tavuğun yarattığı hissiyat ile yüzleşmek, binlercesinin aynı günde kesildiği işlemin parçası olduğu bir sistemden biraz daha uzaklaştırdı beni.

Bu horozu henüz yemedik. Ama 2 sene sonra, sonunda vicdanım rahat bir tavuk yiyeceğim.

Sevgiler
Cengizhan Kaptan






28 Mayıs 2015 Perşembe

Seçim Şeysi

Seçim Şeysi - 3 adımda oy çalma yöntemi1987 genel seçimleri, 5 yaşımdaydım. 5 yıl sonra okuyacağım okulda ve sınıfta...

Posted by Uğur Cengizhan Kaptan on 27 Mayıs 2015 Çarşamba

18 Şubat 2015 Çarşamba

Çocuk Yetiştirememenin Sırrı


10 Şubat 2015 Salı

Bebek odası hazırlamak


5,5 yıl önce oğlumuz annesinin karnındayken karyolasını kendim yapmaya karar verdim. Ama kolları sıvayınca neden diğer eşyaları da kendimiz yapmayalım diye düşündük. Sonra odanın boyaması ve yerlere parke döşeme fikirlerini de gerçekleştirmeye karar verdik. Sonunda gururla hatırlayacağımız bir oda ortaya çıktı. Bu odayı 2 yıl keyifle kullandı Alp. 1 yaşını geçtikten sonra, daha yeni yürümeye başlamışken eve gelen misafirleri odasına götürüp onlara duvardaki balıkları gösterirdi. 2 yaşından sonra başka bir eve taşındık. Mobilyaları kulandık ama duvardaki boyalar ve parkeler maalesef anı oldu :)


Aslında dışarıdan göründüğü kadar zor değildi. Hem de kendi odamızın ölçülerine göre yapıyorduk, kendimiz yaptığımız için kusurlar gözümüze batmıyordu, fonksiyonellik anlamında aklımızdan geçen her şeyi uygulama şansı bulduk.

Bit pazarından bulduğumuz şifonyer ve berjer koltuğu hayata geri döndürmek en keyifle yaptığımız işlerden biriydi. Yaptığımız bir çok şeyi internetten öğrendik. Koltuk kaplamak, parke döşemek, geçme köşeler yapmak vs.

Ucuz mu oldu? Hayır. Bu ilk odayı para kaygısıyla yapmadık. Tamamen keyif işiydi. Malzemeden çok araç-gereçlere paramız gitti. Yani ikincisini yine aynı yöntemle yapsak bu kadar pahalıya gelmeyecekti. Bu arada ben de biraz fırsattan faydalanmış olabilirim :) Hazır hanım da alacağım aletlere ses çıkarmıyorken. 

İkinci oda deneyimimizden sonra anlıyorum ki aletleri ve karyolanın ahşaplarını Bauhause'dan almak en büyük hatam olmuş. İkinci odayı yaparken İkitelli Keresteciler Sitesi'ni keşfettim. 

Şimdi ikinci bebeğimiz Asya yolda. Alp ve Asya en az 3-4 yıl daha aynı odada kalacaklar. İlk odanın çok zaman alması sebebiyle bu sefer hazır almaya karar vermiştik. Bu yüzden aynı odanın paylaşılacağı ve maksimum oyun alanının yaratılacağı çocuk mobilyaları bakmaya başladık. Mobilyacıları dolaştık. Çok hoşumuza giden mobilyalar oldu. Ama hoşumuza gitmeyen birçok şey vardı.

İhtiyaçlarımızı belirledik
  1. Maksimum oyun alanı yaratmak istiyorduk.  Bu yüzden odayı daha çok dikine kullanmak istedik. Yatağı yukarı taşımak, altının oyun alanı olması gibi.
  2. 2 sine ayrı ayrı kişisel alan yaratmak istiyorduk.
  3. Uygun fiyata mal etmek istiyorduk.
  4. Hayal gücünü geliştirecek özellikleri olmalıydı. Tırmanmak, odaya yukarıdan bakmak, üst katın bazen kale veya gemi olarak hayal edilebilmesi.
  5. Fonksiyonel olmalıydı, büyüdükçe oyun alanları çalışma alanına dönüşebilmeliydi.
  6. iki çocuk da yukarıda yatma şansına aynı anda erişsinler istiyorduk.
Mobilyacılarda hoşumuza gitmeyen şeyler,

  1. Pahalıydılar. Bir ranza ünitesi (yani iki karyola eder), içinde gömülü gardrop, ve çekmeceli merdiven 3600 TL'den başlıyordu. 
  2. Elinden ahşap işi gelen biri olarak dikkatle baktığımda lego gibi suntaları bireleştirmekten başka işçilik yoktu.
  3. Tek ünite alabilecektik. Bu durumda bir çocuk dönüşümlü de olsa altta yatmak zorunda kalacaktı.
  4. odamıza sığmıyordu, bize özel tasarım yapılması gerekiyordu. 

Bu ihtiyaçları karşılayacak mobilyalar yaklaşık 7.000 TL tutuyordu. Mobilyacılardan çıktığımızda kaba tahminle 5 tabaka sunta kullanacağımızı hesapladık. Eve gelip internetten sunta tabakası fiyatlarına baktık. 1 sunta tabakası (320 cm x 180 cm) 120 TL - 200 TL arasında kalitesine göre değişiyor. İstediğiniz renkte suntayı istediğiniz ölçülerde kesip veriyorlardı. 5 tabaka en ucuzunu alsak 600 TL eder. birleştirme aparatları vs 1000 TL yi geçmeyeceğini düşündük. Arada inanılmaz fiyat farkı vardı. Mobilyacıların sitelerini inceleyerek kendi ihtiyaçlarımıza uygun modeli çizdik. Bu kısım biraz tartışmalı ve uzun sürdü :) Ben biraz hayalperestim, eşim daha çok fonksiyoncu. Neyse sonunda uzlaştık. Çizdik, biçdik ve gerçekten 5 tabaka sunta, ile bu işi bitirdik. menteşeler, minifiksler, hesaplayamadığımız, pvc bantlama, cnc ile yuvarlak kesimler ve daha bir çok şey ile birlikte 1500 TL maliyetle 2 çocuğa iki farklı üniteyi tamamladık. Videosu da yolda. Yakında paylaşırım. 

Sevgiler
Cengizhan





10 Kasım 2014 Pazartesi

İsimsiz


İsimsiz

2003 yılı muhtemelen aylardan Eylül’dü, ikinci annemiz o zamanın öğrenci dekanı Nesrin hoca beni aradı. Acil gelmemi istiyordu. Atatürkçü Düşünce Kulübü başkansız kalmış, kurulduğundan beri de zaten 1-2 üyesi olmuş. Kulüp kapatılacak, böyle bir kulüp kapatılamaz başına bir grup arkadaşını topla geç dedi. İlk seçtiğimiz başkan başka biri idi, bir kaç ay sonra başkanlığı da bana bıraktı, ekipten ayrıldı. İyi bir ekip kurduk. Kitap kampanyaları, flim gösterimleri vs. güzel işler de yaptık.

Benim ilk dikkatimi çeken sorun Atatürk körlüğü idi. Yani hayatımız boyunca güne onunla başlamak, tahtanın hemen üstünde devamlı bir fotoğrafının olması, sınıfın bir köşesinde hep tozlanan, burada ne yazıyormuş diye merak uyandırmayan görev bilinci ile hazırlanmış bir köşesinin olması, nerede kaç yılında doğdu, annesi kimdi ezberin varsa ilk görevi tamamlamış olmak, ulu önderin ne demek olduğunu bilmeden ulu önderi Atatürk olarak öğrenmek, ezberler, klişeler...

Sonunda panonun bir köşesine içinde Atatürk geçen bir kampanya afişlerini astığınızda, o afiş panoda ilk günden beri duruyordu ve tarihi çoktan geçti etkisi yaratıyor. Atatürk yani işte orada, hep duruyor işte. Doğduğunuz evde yıllardır duvarda duran resmi kaldırınca varlığını fark etme durumu oluşturmuş gidiyor.

Alp’i anaokuluna yazdırdığımızda okul sahibi sınıfları gezdirirken Atatürk köşesini gururla gösterdi. “Çok şükür hala milli eğitim bakanlığı zorunluluğu” dedi. Bense Alp’in Atatürk’ü tanımasındaki en büyük engeli o Atatürk köşesi olarak görüyorum.

Kulübün başkanı iken aklımda ciddi bir atatürkçü düşünce tanımı yoktu. Kendime göre bir yuvarlak cevap bulmuştum, soran olursa idare ediyordum. Tabi başkanlık sorumluğu ile okudum okudukça bir tanım yapabilme şansım oldu;

Sizi var eden çevreniz, alışkanlıklarınız, ailenizin yaşam tarzı ve bütün dış etkenler size bir varlık dairesi oluşturur. Kendi varlığınızın dairesi. Çocukluğunuzdan beri ezberlediğiniz bir şeyin yokluğunu veya yıkılması gerektiğini söyleseler üzerinizde annenize sövmüşler gibi etki bırakır. Dairenin dışına çıkmak sizi korkutur. 

En katı tabularla yoğurulmuş bir osmanlı subayının kendisini var eden gücü yok etmeyi hayal etmesi için ciddi bir iç muhasebe yaşaması gerekir. Önce kendi varlık tanımını yapması, yaşamdaki hiç bir tabudan korkmadan üzerinde gitmesi, varlığını sorgulaması gerekir. Atatürkçü düşünce bütün tabuları paramparça etmektir, gerektiğinde Atatürk tabusunu bile. Atatürkçü düşünce Atatürk ilke ve inkilaplarını değiştirebilme cesaretini gösterebilecek iç olgunluğa ulaşmaktır. Körü körüne Atatürk’ü savunmak değil, Atatürk’ü hatalarını da tanıyarak anlamaya cesaret etmektir. Değişime ayak uydurmak, değişmekten korkmamaktır.  Varlık dairenizin sınırlarını şeffaf ve geçirgen yapmaktır

10.11.2014
Sevgiler

Cengizhan